Yeni Sinsiyet’e ve Edebiyat Kâhyaları’na karşı verdiğimiz
mücadelenin kapsamı, kronolojik olarak
aşağıdadır.
Yeni Sinsiyet'in Haksızlık Yordamı (1 Haziran 2014)
|
Yeni Sinsiyet'in İkbal Ezberi (11 Kasım 2012)
Menfi Gaddarlığın Sonu/cu (23 Şubat 2012) Yapı Kredi Yayınları’nın her sene Şubat ayında Kitap-Lık dergisiyle birlikte dağıttığı “Şiir Yıllığı”nı önümüzdeki seneden (2013'ten) itibaren yayımlamayacağını ve “şiir yıllığı işi”nden çekildiğini bildirmesi, 2012 yılı içerisinde “sıkı edebiyat”ın lehine gerçekleşmiş en sevindirici olaydır. YKY’nin bu kararını ŞİİRDEN Dergi’nin 9. sayısında yayımlanan haber metninden öğrendim. Nihayetinde, YKY taifesi içerisinde bu kararın alınmasında etkisi olan (masaya yumruğunu vuran) kim/kimler varsa onu/onları gönülden tebrik ediyorum. Zaten yıllardır gündemde olan şu beylik “Şiir Yıllığı” meselesini neresinden tutarsak tutalım elimizde kalıyordu; dökülüp duruyordu… Şiir yıllığı müessesesini binbir kez, binbir türlü eleştirdik… Biz eleştirdikçe yıllık hazırlayıcıları, kendilerini düzelteceklerine daha da umarsız ve gaddar davranmaya başladılar. Haksızlıklardan “yüksek sesle” bahsettik; bizi dinlemediler, görmediler, okumadılar, yok saydılar; bizim eleştirilerimize karşı kör-sağır taklidi yaptılar. Ama sonunda şu “şiir yıllığı işi”nden kurtulduk çok şükür… Son 5-6 senedir YKY Şiir Yıllığı’nı hazırlayandan hazırlanış biçimine, yıllık oluşturmak amacıyla incelenen edebiyat ve şiir dergilerinin taranış biçiminden dağıtım-kapsam-içerik yönetimine, yıllıkta yer alan şiirlerden eleştiri yazılarına kadar her şey yanlış ve menfi bir şekilde icra edildi. Son 5-6 senedir, yıllığı hazırlayan mutat zevat son derece hakkaniyetsiz seçimlerle ve keyfilikle tüm şiir dünyasını bunalttı. Güzelliklerin bir bütünü olması gereken “Şiir Yıllığı”, önce bir çirkinliğe sonra da menfaat enstrümanına dönüştü. Yıllığı hazırlayan mutat zevat bazı şairleri ve şiirleri bile isteye, alay edercesine ve keyfi bir biçimde yıllığa almadı; sıkı ve sahici şiiri -büyük ve güçlü bir poetikayı yok saydı- tasfiye etmeye çalıştı. Şiir Yıllığı, okuyucunun gözüne bir iktidar organı, bir statüko cukkalama mecrası ve “şairlik tescil merkezi” gibi göründü; Şiir Yıllığı, maniple ettiği ve genç şairleri “yemleyen” bir enstrümana -hızla- dönüştü. “Şiir Yıllığı” gibi bütünsel/bütünleyici çalışmalarda “hakkaniyet”in şirazesini kaybedip “menfaat”in muhterisliğine -o günaha- boyun eğerseniz, bir oligarşinin “büyük çirkinliği”nden başka bir şeye/yere ulaşamazsınız. Şairler ve şiirleri imgelemin özgürleşmesinin emektarlarıdır. Buna karşın Şiir Yıllığı’nı hazırlayan oligarşi, “şair”i bir “hizmetkâr” olarak görmeye başlamıştı. Ben, YKY’nin Şiir Yıllığı yayımlamamak yönünde aldığı kararı “imgelemin özgürleşmesi” ile şiirsel alanın genişlemesi için çok önemli ve bir o kadar da sahici bir “devrim-adım” olarak görüyorum. Şiir, bir riya ya da yalan değildir. Şiir, “sahi”nin eşsiz bir parçasıdır. YKY taifesinin bunu fark etmesini, dahası, bu yolda olumlu adımlar atmasını çok hayırlı buluyorum. Umudum ve beklentim, diğer haksız antoloji ve şiir yıllıklarının kendi fişlerini kendilerinin çekmesi ya da kesmesidir. Zafer
Yalçınpınar |
(11 Kasım 2011)
… Yeni Sinsiyet Tipolojisi’ne karşı dile getirdiğim bu sorular
“devede kulak” misalidir. 2012 yılı içerisinde yayımlamak üzere yukarıdaki
soruların cevaplarını ve diğer her şeyi ihtiva eden bir yazı dizisi
(kitapçık) kaleme almaktayım. 2000’den 2011’e kadar edebiyat ortalığında
gördüğüm, duyduğum, şahit olduğum her şeyi, tüm yaşadıklarımı, tüm
duyumsadıklarımı, tüm içtenliğimle, sahiciliğimle, teker teker isimler
vererek, olaylarla, şiirlerle ve belgelerle -acele etmeden-
anlatacağım. “İnsanlık Tarihi” devam ettiği sürece birileri çıkacak ve
böylesi sorular sormaya, direnen yazılar yazmaya devam edecektir. Üstelik
söz konusu karşı duruşu, direnişi ve haysiyeti hiçbir menfaat gözetmeden,
aksine, karşı olduğu Yeni Sinsiyet’in melanet zevatları tarafından
yaşamına ve ailesine zarar geleceğini “bile bile” sergileyecektir.
Gelecekte kalemim, gözüm, kalbim benden alınsa da -ki bu acz içine düşmem
muhtemeldir- başka birileri her zaman olacak; sahici edebiyat adına,
hakikate uzanan kalb ile vicdan yolu adına çıkacak ve “şiir”i savunacak:
Kaleminin ucundaki gözünü, kalbini ve vicdanını savunacak, dile getirecek.
Çünkü “haklılığın inadı” diye bir şey vardır ve bu direniş bitirildiğinde
-biterse eğer- “İnsanlık Tarihi” de (tarih de) bitmiş demektir. Ve o
günlerde -hâlâ nefes alıp verebiliyorsanız, becerebilirseniz- kendinize
“Ben bir eşya mıydım, yoksa, insan mıydım?” diye yüksek sesle sorun. Cevap
veremeyeceksiniz, kendinize… Hatırlamayacaksınız. Cevap uydurmaya gerek de
kalmamıştır:- zaten, biraz önce dedim ya, insanlık tarihi bitmiştir ve
soru sormanın -düşünüyor olmanın- bir anlamı yoktur. Sorular dile
gelmeyecektir. Tarih de şiir de…
Zafer Yalçınpınar |
Yeni Sinsiyet’e Karşı: “Okumalar, okumalar,
okumalar...” (29 Eylül 2011) E
V V E L’in sahici dostları ve sıkı
takipçileri, Yeni Sinsiyet Tipolojisi’ne ve söz konusu tipolojinin
enstrümanlarına karşı verdiğimiz mücadelenin önümüzdeki dönemde (Eylül
2011-Haziran 2012) çetinleşeceği haberini, 26 Eylül 2011
tarihinde E V V E L Fanzin sayfalarından ve sosyal medya platformlarından
“herkese” duyurduk. (Bkz: https://evvel.org/yerden-goge-kadar-duyurulur-basliyoruz) Geçtiğimiz on yılda peydahlanan yayıncılık ve edebiyat
istismarlarına -haysiyetsizliğe, hilebazlığa, fetbazlığa, liyakatsızlığa,
muhterisliğe, editör olmayan editörlere, şair olmayan şairlere, ödül
olmayan ödüllere, dergi olmayan dergilere, yayınevi olmayan yayınevlerine-
karşı çıkarak oluşturduğumuz cephede kendimizi içeriksel, eylemsel ve
hukuksal açıdan “yerden göğe kadar haklı” gördüğümüzü, sahici edebiyatın
ve sıkı şiirin savunusunda sonuna kadar mücadele edeceğimizi açıkça
bildirdik. Önümüzdeki dönemde, Yeni Sinsiyet kavramı etrafında
çeteleşenleri ve işbu çetenin icra ettiği hileleri, sahtekârlıkları,
yayıncılık istismarlarını yaşanan olaylarla, belgelerle, sorularla,
kavramlarla, analizlerle ve hepsinden önemlisi “isimleriyle”
birlikte ifşa edeceğiz. Bugüne kadar “Yeni Sinsiyet” üzerine yazdığım yazılarda
kavramsal açıklamalara, çıkarımlara ve mevcut kötücül ortamın bilişsel
ayrıntılarına yer vererek “Yeni Sinsiyet” başlığının çerçevesini işaret
etmeye çalıştım. Şiir-şair-editör-yayınevi ilişkilerindeki hilelerin ve
sahtekârlıkların ayrıntılarını, taraflarını, çeşitli yazışmaları,
kurumları, belgeleri ve isimleri ifşa etmeyi pek düşünmedim. Ancak,
bugünkü merhalenin geleceği biçimlendirişindeki ciddiyet, Yeni Sinsiyet
çetesinin muhterisliği ve sergilenen haysiyetsiz tavırlar fikrimi (iyi
niyetimi) değiştirdi. Önümüzdeki dönemde tüm arkaplanıyla birlikte işbu
çetenin mensuplarının isimlerini, yaşanan olayların tarihlerini,
taraflarını ve belgelerini, tanıklıklarını ve tavırlarını “ateşli bir
sabır” eşliğinde, üşenmeden, tek tek ifşa
edeceğiz. Söz konusu ifşaat ve içerdiği tartışmalar, tanıklıklar, ayrıntılar,
analizler, belgeler -yani her şey- “DAVALI”
adını verdiğimiz E V V E L Fanzin başlığının altında derli toplu olarak
yer alacak ve gelişmeler doğrultusunda sürekli güncellenecek. DAVALI
başlığına her daim şu adresten ulaşabilirsiniz:
YENİ
SİNSİYET ÜZERİNE KAVRAMSAL YAZILAR (2010-…)
ÖZGEÇMİŞLER
(…-2011)
Hepinizi hakikatin gönül ateşiyle, yani “ateşli bir sabırla”
selamlıyorum.
|
(26 Eylül 2011) E V V E L’in sahici dostları ve
sıkı takipçileri, Bildiğiniz gibi 2006
yılının son aylarından beri “Yeni
Sinsiyet” adını verdiğimiz bir
tipolojiyle mücadele
ediyoruz. Bu mücadele zaman zaman kişisel
boyutlara indirgenmişse de aslında -parçaları/kişileri birleştirdiğinizde
ve ayrıntıları dikkatlice incelediğinizde, görürsünüz ki- hakikat, sıkı şiir ve imgelemin
özgürleşmesi yolundaki bir “kalb ile vicdan”
mücadelesidir. Hangi vicdansız çeteye ve bu çetenin mutat zevatlarına,
alçaklıklara karşı olduğumuz da tüm edebiyat ve sanat ortamınca
(ortalığınca) biliniyor. Sözkonusu çetenin menfaatleri doğrultusunda
biçimlendirdiği “Antoloji”, “Şiir Yarışması ve
Edebiyat Ödülleri”, “Jüricilik”, “İçsiz ve Temelsiz Edebiyat/Sanat
Etkinlikleri”, “Yayıncılık İstismarları”, “Turizm Faaliyetleri”
ve
“Üleştirmenlik” gibi enstrümanlarıyla da mücadele
içindeyiz. Her fırsatta ve mekânda bağıra bağıra söyledik;
“haysiyetsizliğe, hilebazlığa, fetbazlığa, liyakatsızlığa, muhterisliğe,
editör olmayan editörlere, şair olmayan şairlere, ödül olmayan ödüllere,
dergi olmayan dergilere, yayınevi olmayan yayınevlerine ve bunların “Yeni
Sinsiyet” doğrultusundaki kullanımlarına, kısacası cehalete ve cehaletin
amaçladığı melanet ortamına karşıyız!” Tüm bunlara “insanlık” adına
karşıyız! “İnsandan çok eşyaya
benzeyen” ve
“duvar saatleri gibi
ahmak” olan bu çeteye karşı verdiğimiz mücadele,
önümüzdeki dönemde (Eylül 2011-Haziran 2012 arasında) daha da
çetinleşecek. Bu kapsamda, E V V E L Fanzin olarak gereken teknik
tedbirleri aldık. Bilgilerimizi, verilerimizi, belgelerimizi ve
arşivimizi, düzenledik, teknik becerilerimizi ve imkânlarımızı yeniledik.
Kalb ve vicdan yoluna inanmayan “yalancı dostları” ve “kifayetsiz
muhterisleri” etrafımızdan uzaklaştırdık. İçeriksel, eylemsel ve hukuksal
olarak kendimizi bu mücadelede “yerden göğe kadar haklı” görüyoruz.
Hakkımızı savunmak için de tüm varlığımızı (neyimiz, kimimiz varsa onu)
ortaya koyarak savaşacağız. Önümüzdeki dönemde
hukuksal, kuramsal ve eylemsel olarak yeni dosyalar açacağız, yeni sorular
soracağız, herkesi şaşkınlık içinde bırakacak ve sahte kanaatleri yıkacak
ifşaatlarda bulunacağız. Her merciiye ve mertebeye bu ifşaatları
taşıyacağız, ileteceğiz, edebiyat ortamındaki gölge oyunlarını, mevcut
aktörlerin kim olduğunu ve ne yaptıklarını teker teker, sabırla
anlatacağız. Yeni
Sinsiyet Tipolojisi’nin yayıncılık dünyasında ve edebiyat ortamında
çevirdiği sahtekârlıkları, pazarlıkları, fetbazlıkları, kirli ilişkiler
ile üçkâğıtçılıkları, belgeler ve derinlemesine yorumlar aracılığıyla ifşa
edeceğiz. Ustam Oruç Aruoba’nın
şu sözleri yaşamımın ve mücadelemin şiarı
olmuştur: “Yaşamın, seni ulaşman
gereken düzeyin altında tutmağa çalışan eğilimlerle (bu arada
kendininkilerle de)savaşmakla geçecek. –Bu yüzden de, ulaşman gereken
düzeye ulaşamayacaksın; yani, başarılı olacak o eğilimler, sonunda. Zaten,
belki, istedikleri de budur: Haysiyetimiz ve
“insan” oluşumuz, bizim en sahici gücümüzdür. Bana (bendenize) ne olursa
olsun, başıma ne gelirse gelsin E V V E L’e duyduğunuz inancı, hakikat
yolundaki kalb ve vicdan duruşunuzu “gözünüz gibi”
korumanızı diliyorum. Hepinizi hakikatin
gönül ateşiyle, yani “ateşli bir sabırla”
selamlıyorum. Sahicilikle… Zafer Yalçınpınar |
(30 Ağustos 2011) 2006 yılından bu yana
edebiyat ve sanat dünyasında oligarşik hareketlerle, muhterislerle ve
haysiyetsizlikle mücadele ediyoruz. (Eylül 2011 ile Haziran 2012
tarihleri arasında bu mücadele çetinleşecek…) 2006'dan bugüne kadar Yeni
Sinsiyet tipolojisine, hilebazlara, fetbazlara karşı durarak açtığımız
başlıkları, yaptığımız tartışmaları ve bazı ifşaatları aşağıda
paylaşıyorum. Biliyorum ki bu envanter size biraz karışık gelecek…
Endişelenmeyin; Eylül ayından itibaren her şeyi teker teker, sabırla,
ayrıntılarla, yaşanan olaylarla, tanıklıklarlarla, yeni belgelerle ve
özellikle de “isimler vererek” yeniden -derinlemesine- ele
alacağız. Şimdilik, bu arşivi
sadece bir hazırlık olarak düşünüp, kısaca gözden geçirmekte fayda
var: EDEBİYAT VE SANAT OLİGARŞİSİNE
KARŞIYIZ! LOBUTLAR: ENVER
ERCAN: |
(19 Haziran 2011) Kuşların bana
söylediğine/ilettiğine göre, Yeni Sinsiyet‘in
nemalanıcıları, şiir simsarları ve edebiyat/sanat kâhyaları sağda solda
vızıldamaya başlamış. Zafer Yalçınpınar‘ın ne
iğrenç bir adam olduğu yönünde “dezenformasyon” uyguluyorlarmış, dedikodu
döndürüyorlarmış. Kulaktan kulağa fısıldaşıp, iç içe iki kaşık gibi
haysiyetsizce davranarak sağa sola beni kötülüyorlarmış, filan… Yıllardır
aynı şey… O muhterislere sözüm şudur:
“Devam edin!” Ki biz de -tarihsel bir vazife
olarak- aşağıdaki şiiri bir 80 sene daha size ithaf
edelim; CEVAP (…) Hata edersin, Nâzım
Hikmet |
(14 Ocak 2011) Seçkinlik, saygınlık ve bu ikisi
doğrultusunda oluşan statüko arayışı, Yeni Sinsiyet Tipolojisi’nin
kendini, arzularını ve hilebaz stratejilerini sisleyemediği, bu yönde
dezenformasyon uygulayamadığı en belirgin konulardan biridir. Yeni
Sinsiyet’in seçkinlik arayışı çoğulcu yaklaşımlarla tersleşen oligarşik
bir düzeneğin kurulumunu içerdiği için Yeni Sinsiyet’in projelendirdiği
hedef kitlesinde gecikmeli bir huzursuzluk yaratmaktadır. Yeni Sinsiyet’in
niceliksel olarak hedeflediği “biz” söylemine ve retorik arsızlığına
uymayan niteliksel bir arayış, huzursuzluğun kök nedenidir. Bu his cehalet
alanında -henüz- bütünlüklü bir “farkındalık” boyutuna gelemediği için
çoğunlukla gecikmeli olarak duyulmakta, geçiştirilmekte ve büyük bir
tepkisellik içermemektedir. Önünde sonunda, hangi enstrümanları
hangi amaçlarla kullanırlarsa kullansınlar, Yeni Sinsiyet tipolojisi ve
nemalanıcıları kendilerini sağlama bağlayacakları bir ayrıcalık katmanını
arzu etmektedir, bu durum gün gibi ortadadır. Arzu edilen kalıcılık ve
müstahkem mevki bizzat statükonun tanımında vücut bulmaktadır. Ancak, bir
amaç olarak düşündüğümüzde seçkinlik, Yeni Sinsiyet’in diğer stratejik
amaçlarıyla karşılaştırıldığında gerçekleşmesi ve projelendirmesi en zor
olanıdır. Bu kapsamda aklıma hemen şu sorular geliyor: Kalıcılığı ve
sürdürülebilirliği açısından Yeni Sinsiyet’in yeni bir seçkinlik katmanını
oluşturabilmesi ya da bu yöndeki enstrümanları kullanabilmesi için yeterli
zamanı ve liyakatı var mıdır? Konu “seçkinlik” olduğunda bir taşla iki kuş
-eşanlı olarak- kolayca vurulabilmekte midir? Seçkinler kültürel
dezenformasyon hilelerine -cehalet alanında olduğu gibi, hemencecik-
kanmakta mıdır? Seçkinlik, kendi tanımı gereği ayrıcalıklı ve farklı
odaklar, biricik uğraşılar sonucunda oluşmaz mı? Yeni Sinsiyet’in
nemalanıcıları bu odak uğraşıların içinde bulunarak ayrıcalık arayışında
göründüğünde, cehalet alanındaki huzursuzluk artmayacak mıdır? Ayrıcalıklı
uğraşılardaki “eşsiz” ve “paha biçilemez” öğeler yani kültürel sermaye,
diğer her şeyle eşanlı olarak nasıl el
değiştirilebilir? Cehalet alanında niceliksel
hedeflere kolayca ulaşılabilir; Yeni Sinsiyet’in birtakım hesapları,
kalemleri, sayıları ortalama bir kararlılık sergileyerek çarpıtabildiği,
hileli oranlar icat edebildiği, her konuda dezenformasyon ya da gerçeklik
terörü uygulayabildiği biliniyor. Zaten, garabet ortamının cehalet alanına
dönüşmesinin ardından bu hilebaz uygulamalar birer beceri olarak
tanımlanmaktadır. Günümüzde, Yeni Sinsiyet’in “biz” şeklinde ifade ettiği
niceliksel üstünlüğe orta şiddette bir sermaye değişimi hareketiyle ya da
cehalet alanındaki yandaş-paydaş etkileşimlerinin hızlandırılmasıyla
ulaşılabilir, ulaşılmıştır da. Ancak seçkinlik gibi niteliksel bir amaç
ortaya koymak, böylesi bir katmanı yeniden tasarlamak için mevcut seçkin
tipolojisinin, Yeni Sinsiyet tipolojisini kabul etmesi gerekmektedir. Bu
kabulün önündeki temel engel seçkinler tarafından açıkça ortaya konmuştur;
seçkinler kendi “biricik” tipolojilerinin kimyasını Yeni Sinsiyet gibi
“bizzat tipoloji tanımıyla çelişen” bir keşmekeşle yıpratmak
istememektedir. Tıpkı Yeni Sinsiyet’in tipoloji tanımında yer alan
çelişkide görüldüğü gibi böylesi bir içerme söz konusu olduğunda seçkin
tipolojisi de kendi tanımıyla çelişecektir. Çünkü seçkini seçkin kılan
temel davranış biçimi, bazı unsurları kendisinden ve itibar odağı olan
uğraşılarından uzak tutmaktır. Bu kapsamda düşünüldüğünde seçkinlik, bir
kayıtsızlık türüdür. Yeni Sinsiyet, seçkinlik arayışını
yönetsel stratejileriyle ve yönetsel enstrümanlarıyla biçimlendirmeye
çalışıyordu önceleri… Tarihin salınımına bakıldığında modernizmin
ilkelerini bilmek ve bu doğrultuyu iktisadi alana belirgin faaliyet
adımlarıyla taşımak, yatırım planları yapmak, kilometre taşları dikmek
seçkinlerin öncülüğünde icra edilen şeylerdir. Yeni Sinsiyet
nemalanıcılarının bu role kanalize olabilmesi için öncelikle ticari
konularda seçkinler ile arasında yönetsel bir dil birliğinin oluşması
gerekir. Bu dil birliğini sağlayacak yönetsel ortaklık ise Yeni
Kapitalizm’in ve türev uygulamalarının ta kendisiydi. Yeni Sinsiyet,
seçkinlere yakınsama çabalarına yeni kapitalizmin kültürünü önceleyen bir
karektere bürünerek başlamıştır. Ancak yeni kapitalizmin değerler
sisteminin güç kaybetmesiyle ve özellikle de ilerleme prensibinin
tutarsızlaşmasıyla birlikte Yeni Sinsiyet’in ortak olmak istediği payda
yıpranmış, yeni kapitalizmin dili ve tutumları ayrıcalıklı özelliğini
yitirmiştir. Bu noktada seçkinler, uzun soluklu ve yeni bir vizyon
arayışıyla birlikte ayrıcalık unsurlarını yeniden akort etmeye
girişmişlerdir. Yeni Sinsiyet ise bu hesapsız arayışa ortak olamamıştır.
Çünkü Yeni Sinsiyet tipolojisi, cehalet alanında niceliksel hedeflere
ulaşmak için verdiği pragmatik kararlar sırasında vizyonerliğin
gerektirdiği zihinselliğin neredeyse tümünü kaybetmiş, bir anlamda 40-50
yıllık birikimini hesapsızca harcamıştır. Ortalama akıl, yeni bir vizyon
belirlemek konusunda işlevsizleşmiş, seçkinler ise bu durumu Yeni
Sinsiyet’i dışlamak için bir fırsat olarak görmüşler ve böylece Yeni
Sinsiyet, seçkinlere özgü vizyon arayışlarına dahil
olamamıştır. Diğer taraftan, koleksiyonerlik,
sanat ve sanatçı hamiliği, müzecilik, vakıfçılık, eğitim, spor, teknoloji
ve bilim gibi konular yıllar boyunca seçkinlerin yatırım yaptığı, öncülük
etmeye çalıştığı “biricik” uğraşı alanlarıdır. Bu alanlar seçkinlerin
“değerlediği” bir kültürel sermayeyi belirlemektedir. Kültürel sermayesini
arttırmak için doğu ve batı kültürel değerlerinin her ikisine birden
itibar eden seçkinlerin bu konulardaki otoritesi, erişebilirliği,
uzmanlığı, kanaat önderliği ve sahiplenme gücü Yeni Sinsiyet
tipolojisinden çok daha kapsamlıdır. Böylelikle seçkinler, bazı “eşsiz”
kültürel değerlerin hamiliğini seçkinliklerinin geleceğe uzanan bir
güvencesi olarak sürekli ellerinde bulundurmaktadır. Peki, seçkinlerin iktisadi vizyon
arayışlarının yanı sıra elinde tuttuğu kültürel sermayeye ya da bu
konulardaki kanaat önderliğine müdahil olamayan, hatta bu konulardaki
arayışlarının başarısızlıkla sonuçlandığını söyleyebileceğimiz Yeni
Sinsiyet, durumu değiştirmek için ne yapacaktır, nasıl bir taktiği
benimseyecektir? Bu önemli sorunun cevabı -aynı
zamanda- yazımızın da son tümcesi olsun: Zafer
Yalçınpınar |
(22 Eylül 2010) Yeni Sinsiyet olarak kavramlaşan
tavrın projelendirdiği birliktelik görüngüsü, hayret verici bir biçimde
“tipoloji” tanımıyla çelişmektedir. “Yeni
Sinsiyet ve Bazı Enstrümanları” adlı yazımda bu durumdan kısaca
bahsetmiştim. Şu an okumakta olduğunuz yazıda ise söz konusu “kök
çelişki”nin ya da “kök yanılsama”nın salınımlarından, Yeni Sinsiyet’in
sentetik yüzlerinden ve haysiyetsizlikle çoğalan, yaygınlaşan “biz” söyleminden
bahsetmeye çalışacağım. Yeni Sinsiyet’in çeşitli
enstrümanlarını kullanarak “cehalet alanı”nda icra ettiği girişimler ve bu
enstrümanların işlediği çürük değer yargılarıyla ateşlenen yandaş-paydaş
etkileşimleri, söz konusu alanın bir ortama dönüşüm sürecini
tamamlamıştır. “Cehalet ortamı” şeklinde ifade ettiğimiz bu oluşumun
tamamlanmasının hemen ardından -kendi tanımıyla çelişen- yeni bir
tipolojinin çerçevelenmesi de kaçınılmazdı. Yeni Sinsiyet’in oluşturduğu
-şimdilerde belirgin bir şekilde niceliksel geçerlik kazanmaya başlayan-
tipolojiyi incelediğimizde söz konusu birliktelik biçiminin zihinsellik
boyutunun olmadığını görürüz. Ortamdaki tüm etkileşimler cehalet ve türevi
tözsüz söylemlerle yapay bir şekilde hızlandırılmıştır. Bu nedenle
Yeni Sinsiyet’in uygulayıcılarının ağzına dolanan “biz” söyleminin
niteliksel bir derinliğinin olmadığı aşikârdır. Yeni Sinsiyet
tipolojisinin “biz” söylemi -her
şeyden önce- liyakata dayalı değildir. “Kifayetsiz bir muhteris” olmak,
Yeni Sinsiyet’in aradığı, cehalet ortamına katabileceği en elverişli ve
yaygın karakter olumsuzluğudur, kullanım potansiyelidir. Kifayetsiz
muhteris, yıllar öncesinden başlayan bir deneyim aktarımı ya da
analitik çıkarım, süreç, emek, odaklanma, zanaat, haysiyet ya da
uzgörü gibi değerleri umursamaz. Ancak tüm bu değerlere -üstelik de
eşanlı olarak- sahipmiş gibi bir aşırı özgüven telkiniyle kendini sürekli
besler. (Bkz:
Dunning-Kruger Etkisi) Kifayetsiz muhteris tipolojisinin
özgüveninin temel dayanakları cehalet ortamının niceliksel büyüklüğü ve
özdeğerlendirme yeteneksizliğidir. Cehalet ortamında -ortamın kuruluşu
gereği- “liyakat” söylemlerine güven yoktur. Çünkü Yeni Sinsiyet’in
uygulayıcıları için kullanım değeri olmayan bir şeydir liyakat; cehalet
ortamında şüphe uyandıran, kişilerin kafasını karıştıran bir temayüz ya da
ayrımcılık gibi tanıtılmış ve önemsizleştirilmiştir. Cehalet ortamının
“biz”
söylemlerinin hiçbirinde liyakat olgusuna yönelik atıflar bulamazsınız;
Yeni Sinsiyet’in temel yaklaşımı bir konunun tözünü gizlemekle ya da
geçiştirmekle ilgili olduğundan cehalet ortamındaki çeşitlemelerde, bir
konunun tözüne ulaşmaya çalışan liyakat söylemleri geçersiz ve işlevsiz
sayılmaktadır. Yeni Sinsiyet’in retoriği ve dolaşımı -tam da kifayetsiz
muhterislerin arzu ettiği gibi- cehalet ortamında yer alanların birbirini
ve birbirinin yetkelerini “değer” ya da “kazanım” olarak görmemesi yönünde
bir imkân da verir. Bu imkân, cehalet ortamındaki özdeğerlendirme
eksikliğini kümülatif olarak arttırmakta ve yanılgıları sürekli
kılmaktadır. Yeni Sinsiyet’e göre liyakat, boşunadır ve bulandırıcıdır;
cehalet ortamındaki ütüyü bozar. Yeni Kapitalizm’in meritokrasi
anlayışı da böyledir. Tıpkı “tipoloji” tanımındaki çelişkide olduğu gibi,
modern meritokrasi kapsamında da tuhaf bir şekilde “liyakat” yoktur.
Modern meritokrasinin ilgilendiği tek şey, farklı nedenlerle, farklı
zamanlarda, farklı disiplinlerden farklı söylemleri yapay bağlamlar
aracılığıyla birleştiren arsız bir retoriği oluşturabilme becerisidir. Bu
retorik sarmaşığı, arkaplanında şu tümceyi imler; “Bizimle işbirliği
yapın… İşbirliği yapın ki biz niceliksel olarak
daha da güçlenelim. Bizi, beraberce
büyütelim.” Yeni Sinsiyet’in fetbazlarının “biz” söylemindeki
arkaplanı bir katman kadar daha tercüme edip boyayı kazımaya devam
edersek; “Yeni garabet alanlarının oluşması ve ardından yeni cehalet
alanlarının mevcut cehalet ortamına eklenlenmesi” ezberiyle
karşılaşırız. Günümüzün meritokrasisi “işbirliği yapabilmek
potansiyeli” ve “ikna edilebilirlik” üzerine
kuruludur. Tekrarlamamız gerekiyor: Yeni
Sinsiyet’in “biz” dediği şey,
ön-kabulleri açısından niteliksel değildir; öyle olsaydı, tarihte, tüm
tarihimizde “cehalet” denen şeyi bir liyakat olarak kabul etmek zorunda
kalırdık ki Yeni Sinsiyet’in fetbazlarının arzu ettiği, dayatmaya
çalıştığı tipolojik çelişkilerden biri de budur. Yeni Sinsiyet’in
“biz” dediği
şey niceliksel bir söylemdir: Nemalanıcılarının zihninde, cehalet ortamını
yüksek bir “biz” niceliğine
ulaştırmayı amaçlar. Bu nedenledir ki yapısal incelemeler de, araştırmalar
da, yüksek sesli mücadeleler de, kitaplar da, yazılar da, kuramlar da,
tarihsel gerçekler de Yeni Sinsiyet’in cehalet ortamının “olmayan”
niteliğini yıpratamaz. Yeni Sinsiyet’in değişken
söylem yapısı çelişkileri arttırarak sentetik bir ön-kabul
çeşitliliğine, parçalanmasına yol açmaktadır. Bilgiler, rakamlar, olaylar,
aktarımlar ya da alıntılar yapay bağlamlarla -ve bağlaçlarla-
kullanıldığında sürekli olarak gerçek öncül önermelerinden, nedensellik
ilkesinden, tarihsel arkaplanından, mantık silsilesinden kopmaktadır.
Kuramların semantik ve kavramsal bütünlüğü de sürekli olarak
parçalanmaktadır; sessiz yığınlara aktarılan ve dolaşıma sokulan bilgiler
sürekli konum değiştiren birer lego parçasına, farklı bağlamlarda
kullanılan birer enstrümana dönüşmüştür. Bu noktada gerçeklik de
legolaştırılmıştır. Söz konusu deformasyon, bilginin ve tarihin göreceli
olmayan taraflarını, nedensellik silsilesini, bir bilgiyi öncülleri ve
ardıllarıyla birlikte doğru kavramanın, “anlam” denen şeye ulaşmanın
önemini -yani bilgiyi bilgi yapan öğeleri- de yıpratır. Legolaşmış ve
fragmanlanmış bilgiler farklı formlarda aynı “retorik arsızlığı”na hizmet
eder. Yeni Sinsiyet’in fetbazlarının o önlenemez retorik
arsızlığına… Retorik arsızlığının bünyesinde
pragmatik itkiler, muhteris tipolojisinin niceliksel yaygınlığı,
kolaycılık, hilebazlık, özdeğerlendirme eksikliği, liyakatsizlik ve
kifayetsizlik perçinlenmektedir. Yeni Sinsiyet’in “biz” söylemi; tözün
gizlenmesi, bulanıklaştırılması ve gerçek öncüllerinden koparak legolaşmış
söylemlerin yarattığı bir “çelişkiler trafiği” üzerine kurulmuştur. Bu
trafik, Yeni Sinsiyet’in nemalanıcıları açısından çok önemlidir: Cehalet
ortamında geçerli olan retorik arsızlığı ile çelişkilerin akışkanlaşması,
kabul görmesi, yargıya dönüşmesi, fark edilmemesi, çelişkilere “sessiz”
kalınması devasa bir toplumsal unutkanlığı bir etkileşim olarak tekrar
tekrar pekiştirir. Unutkanlık, unutkanlık doğurur ve tözden uzaklaşma
yolunda devam eder: Fetbazlığın işlerliği güç
kazanmaktadır. Sonuçta, Yeni Sinsiyet’in
fetbazları tarafından “biz” diye ifade edilen
şey, cehalet ortamının unutkanlıktan, tözsüzlükten, çelişkilerden oluşan,
akışkanlaşan ve salınan görünmez bir tel örgüyle -retorik arsızlığıyla-
çevrilmiş halidir. Tüm yazı boyunca işaret etmeye çalıştığım bu tel
örgünün içinde yer almamak -tarihsel açıdan düşünüldüğünde- bir insanlık
onuru meselesidir. İnsanlığınıza sahip
çıkın! 22 Eylül
2010 |
(2 Nisan 2010) Haklılığın inadıyla -onca yükle-
ayağa kalkmak ve ardından yüksek sesle “Kahrolsun yeni sinsiyet!”
diye ölümüne bağırmak, böylesine “sahici” bir tümcenin gene aynı oranda
sahici olan bir öfke duygusuyla ağızdan kaçışı, daha doğrusu ağızda
duramayışı, bu çeşit kontrolsüz çıkışlar kolayca tırnak içine alınabilir,
başkaları tarafından mimlenip dikkat çekebilir. Ancak, “Yeni Sinsiyet”
dediğim ve çevrimsel olarak hayatın her alanında maruz kaldığımız,
etimizde kanımızda hissettiğimiz kitlesel sömürü kurnazlığı ve bunun
sonucunda oluşan, kendimizi çaresizce içerisinde bulduğumuz şu
“cehalet ortamı”nı yapısal yöntemlerle incelemeye çalıştığımızda, işimizin
kolay olmadığını fark ederiz. Zaten, yeni sinsiyetin uygulayıcıları
ve nemalanıcıları da böylesi yöntemli bir çalışmayı yapacak sabırda,
inatta ve cesarette insanlar bulunmadığını verili bir değer(!) olarak
kabul edip yeni sinsiyeti ve enstrümanlarını uygulamaya dört bin -evet, en
az dört bin- koldan sarılırlar, devam ederler. Çünkü yaşam yeni sinsiyetin
gözünde kimsenin çözemeyeceği karmaşık bir oyundur, herkes her şeyden
haberdar olamaz, bir şeylerden az çok, üç aşağı beş yukarı haberdar
olanlar ise sonradan dolaşıma sürülecek dezenformasyon uygulamaları
nedeniyle şüphe ve çelişki içinde bırakılmışlardır, her yerde bilgi
kirliliği, bulanıklık, bağlamsızlık vardır ve zaten bizim coğrafyamızda da
“kim kime dum duma” görüşü hakimdir. Dün, toplum denen “virtüel”
şey, “A” diyerek, çoğunlukla kabul ettiği bir olguyu bugün, birden bire ve
yine çoğunlukla “Z” diyerek reddedebilir. Çünkü toplumsal belleğimizin,
ilişkilendirmelerimizin, nedensellik eşiğimizin ve çelişkisiz davranış
sınırımızın zaman serisi ortalaması -bu konudaki sosyal araştırmalara
göre- en fazla 25 gündür. (Toplasan bölsen çarpsan, işte bu kadardır.) Tüm
bu toplumsal unutkanlık, “yeni sinsiyet”in önündeki alanın genişlemesine
ve bu yazıdaki hikâyenin de uzamasına yol açmıştır. Finali “melanet ortamı”na
uzanabilecek kadar tehlikeli ve uzun olan hikâyemiz, öncelikle bir
“garabet ortamı”nın oluşmasıyla ya da oluşmuş bir garabet ortamının “yeni
sinsiyet” aktörleri tarafından tespit edilmesiyle başlar. Garabet ortamı,
yeni sinsiyetin nemalanıcılarını “Boşver sen… biz dalgamıza, numaramıza,
tezgâhımıza, cukkamıza bakalım!” diyen aymazlığın ve hilebazlığın
geniş konfor alanına teslim eder, bırakır. Bu süreçte yeni sinsiyet
aktörleri, endüstriyel girişim uygarlığının ve kapitalizmin daha zararsız
gördüğü -hatta meşrulaştırdığı- “fırsatçılık” maskesini takınmışlardır.
Ancak, yeni sinsiyetin yayılmacılık potansiyeli, kısa sürede bulunduğu
konfor alanından taşar ve bir üst seviyede daha da kalabalıklaşan,
kitlelerle buluşan ya da kitlelere bulaşan çok büyük bir kaplayıcı
alana dönüşür. “Sessiz yığınlar”ın oluşturduğu bu kaplayıcı alanı
“liyakatsizlik veya cehalet alanı” olarak
adlandırabiliriz. Zaman içerisinde “liyakatsizlik ve
cehalet” alanının kapsamı, hem projelendirme hem de uygulama olarak
genişler, böylece alandaki unsurlar arasında oluşan etkileşimler de eşanlı
olarak artmıştır. Yeni sinsiyet aktörleri kendileri gibi kifayetsiz
muhterisleri yanlarına katarak (hem yandaşlaştırarak, hem de
paydaşlaştırarak) cehalet alanının dehlizlerini -o sessizliği- sabah akşam
dolaşmaktadır. Etkileşimler bu alanın içindeki geçişkenliğin hızla ve
basitçe artmasını ve alanda birer makine gibi işleyen sinsiyet
enstrümanlarının çeşitlenmesini sağlamış, sonunda, alanın bir “ortam”
haline dönüşmesine neden olmuştur. Cehalet alanının yerini cehalet
ortamına bırakmasıyla birlikte sözkonusu ortamın içinde bulunan tüm
unsurlar geçerli sayılabilecek derecede bir eşgüdümle davranmaya,
birbirleriyle iletişmeye, paydaşlaşmaya, çeşitli konuları, gündemleri
tartışmaya, bu tartışmalar sonucunda çürük çarık, tözsüz değer yargıları
oluşturmaya başlarlar. Çürük çarık değerler üzerinden kararlar
alınmaktadır. Bu türden etkinlikler ve sembolik kararlılıklar sayesinde de
zamanla, o sessiz yığınlar, bazı benzerlikleri içselleştirirler. Artık,
yeni sinsiyetin nemalanıcıları, açıkça, kendilerine “biz” demeye
başlamıştır. Yani başlangıçta küçük bir kıvılcım olan “yöntemli kötülük”,
şimdi, sessiz yığınların sessizliğini kullanarak çürük çarık ve tözsüz
değer yargılarından oluşmuş ilkesiz bir “cehalet tipolojisi”ni oluşturmuş
ve cehalet ortamının sınırsızlaşması yolunda çok önemli roller,
kararlar üstlenmiştir. Sonuçta, garabet ortamından faydalanan “kötücül”ler
önce sessiz yığınların cehalet alanını keşfetmişler, sonra da “cehalet
ortamı”nı ve “cehalet tipolojisi”ni
yaratabilmişlerdir. Cehalet ortamında oluşan tipoloji
çok önemlidir. Çünkü, hayret verici bir biçimde, “tipoloji” tanımıyla
çelişen “karakter aşınması, ilkesizlik ve döneklik” gibi olumsuzluklar,
kişilik bozuklukları ya da işte sistematik hatalar, birden bire,
kalabalıkların eklemlendiği bir “görüngü” haline gelmiştir ve tipolojik
olarak geçerlik kazanmıştır. Cehalet tipolojisinin oluşmasında kullanılan
bazı yöntemler ve cehalet alanının ortama dönüşüm aşamasındaki
çeşitlemeler, cehalet ve liyakatsizlik ortamının geribesleme
mekanizmasında da son derece etkindir. Örneğin, cehalet alanı kendi
dilsel benzeşimlerini yaratmıştır ve bu benzeşimlerin ürettiği bir
“sinsiyet retoriği”ni, cehalet ortamında ve ortamın genişlemesinde
yöntemli bir şekilde kullanmaktadır. Bu sinsiyet retoriği, yeni sinsiyetin
nemalanıcıları tarafından dilsel bir üstünlük, hayatı kavramak veya
gerçekleri işaret etmek yolunda kullanılan bir beceriymiş gibi
sunulmaktadır. Sinsiyetin dilsel açıdan birincil aracı olan retorik,
“sahici bir töz” sunmayarak insanların duygu ve düşüncelerini ele
geçirmenin biçimsel hilesidir. Çoğunlukla, ezbere, ezber müfredatıyla
birlikte ve mekanik şemalar yönergesinde kullanılır. Organik
değildir. Yeni sinsiyet ihtiva eden
söylemlerde baskın bir “retorik arsızlığı”yla ve karakter aşınmasıyla
karşılaşırsınız. Retorik arsızlığı, liyakatsizliğin ve cehalet
tipolojisinin herhangi bir konuyu işlerken konunun ağırlık merkezine,
mihenk taşına veya tözüne nüfuz etmeyerek ya da benzeri bir aydınlanmadan
özellikle kaçınarak oluşturduğu “aşırı” biçimsel süslemelerdir. Konunun
tözü, kök nedeni her zaman “retorik arsızlığı” tarafından çerçevelenir,
kuşatılır ve yeni sinsiyetin bekası için “töz” her zaman örtülü
kalmalıdır; konu, kendi tözünden, orjininden kaydırılmalı ve kök nedenler
kitlelerden retorik süsleri aracılığıyla uzaklaştırılmalıdır. Yeni
sinsiyet uygulayıcılarına göre, tözün tarih içerisinde izlediği
nedensellik silsilesi ve bu nedenselliğe ilişkin temellendirmeler de
gizlenmelidir. Yeni sinsiyetin retorik arsızlığı, yapay bağlamları ve
yapay bağlaçları kullanarak tözü, sahici ve tarihsel nedensellik
ilişkilerinden kaçırmaya çalışmaktadır. Kavramların yanlış bağlamlarla ve
istatistiklerle kullanımı, yanlış sorunun doğru cevabının olmayışı, ezbere
salınımlar ve tüm bu “yapaylık”lar tözün üstünü örtmektedir. Bu durum
yanlış bir hayatın doğru yaşanamaması demektir. Retorik arsızlığının temel
uğraşı, tözün bin kat eğreti sözle giydirilmesidir. Böylelikle hem tözün
sahiciliği belirsizleştirilir hem de anlam kaymalarıyla sessiz yığınlar
kandırılır: Töz, retorik arsızlığıyla birlikte hileli bir
rastlantısallığa, görüngüye ve örtüye teslim edilir. Yeni sinsiyetin arsızlığına ve
aymazlığına yakışır derecede yaygın olarak kullanılan bir başka enstrüman
da “Sessizlik Suikasti” ya da “Sessizlik Baskısı”dır. Marx’ın dile
getirdiği bu kavramın işlevleri, sinsiyet zihniyetini eskisinden çok
daha yüksek nemalara ulaştırmaktadır. Statüko karşıtı olduğunu iddia
eden -aslında statüko karşıtlığını da bir enstrüman olarak kullanan-
yeni sinsiyet, tüm sessizlik biçimlerini cehalet alanının genişlemesi
yolunda kullanmaktadır. (Aynı yöntemin çeşitlemelerinden kapitalist satış
tekniklerinde de sıkça söz edilir.) Liyakat sahibi birinin yarattığı,
üzerinde çabaladığı ve emek verdiği nihai çıkarımlar, analizler ya da
yapıtlar, sessizlik yoluyla hasıraltı edilmekte, sahiciliğin ve tözün
üzeri bir kez daha örtülmeye, örtbas edilmeye çalışılmaktadır. Bu yöntemle
töz ile tözsüzlüğün kıyaslanması da engellenir. Herkes bilir ki bir şey
hakkında susmak, bilgisizliği ve liyakatsizliği örtmenin en risksiz
yoludur. Ayrıca, günümüzde, sessizlik suikastinin “sessiz yığınlar”la
iletişmenin bir biçimi gibi kullanıldığında fayda sağladığını iddia eden
aydınlar(!) bile yaratılmıştır. Fakat gerçekte, sessizlik suikasti denen
şey yaygın bir pusuculuk biçimidir ve yeni sinsiyetin en etkili “adam
harcama” silahlarından biridir. Sessizlik suikastinin tersi ya da
diğer ucu sayabileceğimiz “İnsan Yemleme” enstrümanı ise
kapitalizmin ödüllendirme sistematiğiyle birlikte çalışır. Buradaki
ölçüsüzlük ve örtüşmezlik, sessizlik suikastındaki yok sayma stratejisinin
tersidir. Liyakat sahibi olmayan birinin ödüllendirilmesi -aslında
statükoyla, ödülle yemlenmesi- yersiz bir biçimde yüceltilmeye
çalışılması, cehalet alanının genişletilmesi ya da cehalet ortamındaki
etkinlik ile cehalet türevlerinin yaygınlaştırılması söz konusudur. Bu
yöntem de tözün örtbas edilmesine, kitlelerin düşüncelerinin tözsüz ve
bağlamsız bırakılmasına neden olur. Kitleler cehalet kökenli bir “İkbal
Avcılığı”na bürünecek ve tözün değil de yemlerin peşinde koşacaktır.
Ayrıca aşırı ödüllendirme ya da insan yemleme yöntemi ödül verilen
mevcut “liyakat alanı”nın geçerliğinin ve itibarının aşınmasına da yol
açar. Bu da yeni sinsiyetin başka bir numarasıdır, arzusudur; liyakat
alanının yerini cehalet alanına bırakması… Sonuç olarak, yeni sinsiyet
ve türev enstrümanları binbir koldan çeşitlenmektedir ve hikâyemiz
“liyakatin, sahiciliğin ve tözün örtbas edilmesi” bağlamında uzayıp gider…
Yeni sinsiyetin amaçladığı “melanet ortamı”na ulaşmaması için, “kötülüğe
karşı haklılığın inadı”nı yüklenmek gerekiyor. Her seferinde “Kahrolsun
yeni sinsiyet!” diye çıkışarak, varoluşumuzdaki sahiciliği ve tözü,
gözümüz gibi korumamız gerekiyor. Çünkü tözümüzü ve onun sahiciliğini
korumak, “insancıl” olmak demektir ve yeni sinsiyetin beslendiği tüm
haysiyetsizliklere karşı çıkmanın da en doğal yolu
budur.
|